Balıklar ve Anatomileri
Balık |
Yaşayan balık türleri
üç sınıfa ayrılır: bofa balıklarını kapsayan çenesizler {agnatha); köpekbalıklarını kapsayan kıkırdaklı balıklar geri kalan
bütün yaşayan balık türlerini içeren kemikli balıklar {uste- ichthyes). bu üç öbekte balıkların iskeleti birbirinden
çok farklıdır. bofa balıklarında omurganın temeli, kıkırdak bir sırt ipine
dayanır. Köpekbalıklarında ve vatozlarda sırt ipi kıkırdak halkalarından
(omurlar) oluşur; iskeletin geri kalan bölümü de kemikli değil kıkırdaklıdır;
birçok balık çeşidinde kıkırdağın bir bölümü kireçleşmiştir ve kireç tuzlarının
eklenmesi nedeniyle sertleşmiştir. Mersinbalığı gibi ilkel kemikli balıklarda,
sırt ipi boyunca uzanan omurlar büyük ölçüde kıkırdaklıdır. Birçok gelişmiş
kemikli balıktaysa, kemikten oluşan omurlar omurgaya bağlanır ve bu balıklarda
sırt ipi bulunmaz.
Irmak bofa balığı
gibi bazı balıklarda, her omura bağlanmış bir tek ya da bir çift ışın (ya da
radius) vardır gelişmiş kemikli balıklarda ışınlar, kaslar arası kılçıklar gibi
küçük olabilir ve bazı balıkların yenmesini güçleştirebilir.
Yüzgeçler, çoğunlukla
ince bir zar ile bu zarın dik ve gergin durmasını sağlayan ışınlardan oluşur.
tek bir parçadan oluşan sert ve sivri ışınlar "dikey ışın, yumuşak olanlar
"yumuşak ışın" diye adlandırılır.
Balıkların pulları
renksizdir; bir balığın rengi, pulların altındaki yapıya sıkı sıkıya ya da büyük
ölçüde bağlıdır. Bütün balıklar pullu değildir ya da pullar gözle görülemeyecek
kadar küçük olabilir. Ayrıca pullar bedenin yalnızca bir bölümünde ve
birbirinin üstüne kiremit düzeninde binmiş (ya da mozaik döşenişi düzeninde
sıralamış) olarak bulunabilir.
Balıkların pulları
yapı bakımından dört çeşittir. köpekbalıklarında ve vatoz balıklarında
bulunan, "deri dişçiği" de denen plakoit pulların biçimi dişe benzer.
Gerçekten de, biçimsel değişiklik geçiren ve irileşen pullar köpekbalıklarının
dişlerini oluşturmuştur. plakoit pullar, daha içerde bulunan ve mineye benzeyen
bir yapının, bir iç mine tabakasının, bir dişözü boşluğunun ve deri içine
gömülmüş disk biçimindeki bir dip düzlüğünün dışta kalan tabakasını oluşturur.
irice plakoit pullara "arma" ya da "bukle" adı verilir. ne
var ki plakoit pulların boyutları, kemikli balıkların pulları kadar büyümez:
yavru köpekbalığı büyüdükçe, yeni çıkan pullar bedenin büyüyen bölümlerini
örter. fosil coelcanthi- formestakımı
üyelerinde bulunan kozmoit pullara, günümüzde akciğerli balıklarda da
rastlanır; ama biçimleri çok daha gelişmiştir ve tek bir tabaka oluşturur. coel- canthiformes takımı üyelerinin
kozmoit pulları, dört tabakalı, kemikten pullardı. en dıştaki tabaka parlak ve
minedendi; ikinci tabaka diş minesine benzeyen bir maddedendi; üçüncü tabaka
süngersi kemikten, daha içteki dördüncü tabaka tıkız kemiktendi.
Mersinbalıklarında
bulunan ganoit pullar, eşkenar dörtgen biçimindedir ve tek bir kemik
tabakasından oluşur. leptoit pullarsa, daha gelişmiş kemikli balıklarda bulunur
ve iki biçimi vardır: sikloit pullar; ktenoit pullar. ktenoit pullar, bir ya da
birkaç sıra halinde dizilmiş küçük dikenler taşır. Akciğerli balıkların tek
tabakalı kozmoit pulları da, farklı gelişme göstermiş leptoit pullar olarak
kabul edilebilir.
Pul |
Havayı Soluma
Suyun dışına
çıkarılan balık ölür; çünkü solunum yüzeyi daralarak ve kuruyarak görev yapamaz
hale gelir böylece oksijen kanın içinde dağılamaz. Buna karşılık birçok
balıkta, havadaki oksijeni kullanabilme yöntemi gelişmiştir. Bu tür bir
uyarlanma, balıklara, oksijeni az sularda yaşama olanağı verir; bu tür 5-1
sularda ya da zaman zaman kuruyan sularda yaşayanlar ve söz konusu uyarlanmayı
geçirmiş balıklar, su yüzüne çıkarak hava yutarlar. Gene bazı balıklarsa, öbür
balıkların yaklaşamadığı bataklıklarda yaşama olanağı bulurlar. Başka bir
yöntem de, tıpkı tatlı su yılanbalıklarının yaptığı gibi, nemli deri
aracılığıyla solumaktır. Birçok olur durumda, balıkların ağzının, boğazının ya
da kafasının ede içinde özel odacıklar oluşur; içeri çekilen hava, bu
odacıklarda, bol damarlı nemli bir dokuyla ilişkiye geçer. Bazı balıklar, yutulan.
Havanın içindeki oksijeni, bağırsak içindeki çok ince deri aracılığıyla
alabilirler. Bazı balıklardaysa yüzme kesesi, atmosferdeki havayı soluyabilecek
bir aygıta dönüşmüştür. Bazı türler için havayı solumak büyük önem kazanır ve
bu türlerin üyeleri, havayı solumaları engellenirse, soluksuzluktan
tıkanırlar.
Beden Sıcaklığı
Balıklar soğukkanlı
hayvanlardır: yani beden sıcaklıkları dış ortamın sıcaklığına bağlı olarak
değişir. Bununla birlikte, balıkların metabolizması, besinleri yakarak ve başka
yöntemlerden yararlanarak ısı üretebilir; ne var ki bu ısının büyük bölümü
solungaçlardan dışarı yayılır. Solungaçlardan geçen kan hızla suya ısı verir. Bu
nedenle balığın beden sıcaklığı, su sıcaklığının yalnızca 1 °c altındadır. Buna
karşılık orkinoslar (ya da tonbalıkları) ve bazı başka balıklar sıcakkanlı
hayvanlardır. Bu balıklar, ters yönde akan ve birbirleriyle ısı alışverişinde
bulunan iki dolaşım ağında bir ısı dengesi geliştirmişlerdir; söz konusu
sistem, girişte ve çıkışta kan damarlarının birleşmesine dayanır. Böylece,
solungaçlara giden bedendeki kanın ısısı, solungaçlardan gelen soğuk kana
aktarılarak, hayvanın beden sıcaklığı su sıcaklığının 5-12 °c üstünde tutulur. Sıcak
sularda avlanan bu balıklardan birinin beden sıcaklığının 37,8 °c olduğu gözlenmiştir.
Mavi yüzgeçli orkinosların beden sıcaklıkları daha da yüksek olduğundan, bu
balıklar sıcakkanlı hayvanlar olarak kabul edilebilirler. Bu sayede farklı
sıcaklıklardaki sularda bile (su sıcaklığının 20'0c'ın üstünde
olması koşuluyla balığın beden sıcaklığı en çok 5 °c fark eder), beden
sıcaklıklarını aşağı yukarı sabit tutabilirler.
Sıcakkanlı bir bedene
sahip olmanın sağladığı yararlardan biri, kas yeteneğinin çok etkili boyutlara
ulaşabilmesidir. Sözgelimi, beden sıcaklığının 10 °c artması, kaslardaki
kasılmaların üç kat daha hızlı olmasın ve kasların yemden eski haline gelme
yeteneğinin de üç kat artmasını sağlar. Kas gücünün fazla olması, avı kovalarken,
düşmanlardan kaçarken daha hızlı yol alma uzaklara yapılan göçleri daha kısa
bir sürede yapma olanağı verir.
Akış Bilançosu
Tatlı su balıklarının
kanı, balığın içinde yaşadığı sudan çok daha tuzludur. Geçişme basıncı -yani
tuz yoğunluğundaki farklılığı ortadan kaldırarak kan ve suda eşit miktarda tuz
bulunmasını sağlamaya çalışan güç- suyun özellikle solungaçlar, ağız boşluğu
zarı ve barsak aracılığıyla balığın bedenine girmesini sağlar. Tatlı su
balıkları, su fazlasını dışarı atmak için, bol miktarda yoğunluğu az sidik
üretirler. Sözgelimi ırmak bofa balıkları, her gün, toplam beden ağırlıklarının
yaklaşık % 36'sı kadar sidik üretebilir; kemikli balıklarsa her gün, beden ağırlıklarının
% 5-12'si kadar sidik üretirler. bu balıklar su yitirirken tuz da yitirirler ve
aldıkları besinlerin içindeki tuz, bedendeki tuz dengesini sabit tutmaya
yetmez; bu nedenle tatlı su balıkları, solungaçları aracılığıyla sudan tuz emme
yeteneğini geliştirmişlerdir.
Deniz kemikli
balıklarındaysa, tam tersine, balığın kanı deniz suyuna oranla daha az tuzludur,
dolayısıyla deniz balıkları su yitirirler ve tuz soğururlar. Bu işlemdeki su
kaybını yerine koymak için, deniz balıkları deniz suyu içerler ve çok sınırlı
miktarda sidik üretirler. Deniz suyu içmek, sonuçta, çeşitli biçimlerde dışarı
atılan tuzun bedendeki yoğunluğunu artırır kalsiyum, magnezyum ve sülfatlar
dışkıyla dışarı atılır. sodyum, potasyum, klor ve azot bileşikleri, tıpkı
sidik gibi, solungaçlar aracılığıyla boşaltılır.
myxiniformes üyeleri (Türkiye
sularında bulunan tek türü Akdeniz’de yaşayan myxine glatinosa'dır) ve köpekbalıkları, tuz dengesi sorununu
başka biçimde çözmüşlerdir: myxiniformes'lerin
kanındaki toplam tuz yoğunluğu, aşağı yukarı deniz suyununkine eşittir;
köpekbalıklarının solungaçları sidiği dışarı atmaz ve sidik kanda saklanır. Kanda
sidik ve başka tuzların bulunması, köpekbalığının kanındaki tuz yoğunluğunu
deniz suyu tuz yoğunluğunun biraz üstünde tutar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder